Perşembe, Mayıs 13, 2010

rajaz

hayatın anlamını aramak nafile. bulduğumuzda artık dünyada olmayacağız. hayatı anlamlandırmaya çalışmıyoruz aslında, ölümü kabullenmeye çalışıyoruz. ölecek olmanın verdiği bir gerginlikten başka bir şey değil hayatı anlamlandırmaya çalışmak. ışığı gördüğümüzde anlayacağız hayatı; yapmak isteyip de yapamadıklarımızı, en mutlu olduğumuz zamanları, kendimizi üzdüğümüz anlardaki pişmanlıkları, aşkları, aşıkları... pişmanlıkları demiş miydim? her neyse, yine anı yaşayın diyip de sıkıcı olmak istemiyorum. sadece mutlu olmaya çalışarak, varlığımızın ağırlığını bastırarak yaşadığımız anların anlamsızlığı çökecek üstümüze, o ağırlık kalktığında da varolmayacağız zaten. sonrasında nelerin beklediği bilinmez. sonrasında boşluk da olsa şu anda içimizdeki boşluktan daha büyük olamaz.
herşeyi basite indirgeyerek yaşayamıyorum, yapamıyorum. kabullenemiyorum olumsuzlukları, olumsuzluklarımı, olumsuzluklarımızı, neden sıkıldığımızı, ne için sürekli bir kavga içinde olduğumuzu. huzur istiyorum. kemiksiz huzur, sâfi. imkansız, biliyorum...
isteyip de elde edemediklerimizin şerefine, engellerin şerefine, gündüzleri saklanan yıldızların şerefine, kalbimize umut veren umutsuzlukların şerefine, adaletsizliğin şerefine, lanetlenmiş ruhların şerefine, şerefimize;
bir gün daha dönsün dünya, bir gün daha yaklaşarak huzura...

2 yorum:

  1. Zaten hep böyle değil midir,başına ne türlü bela gelmiş olursa olsun insan hep (neyine güvenerek der bilmiyorum ama) herşeyin düzeleceğini söyler.Ben şuana dek hiç,herşeyini düzeltebilmiş bir insanla karşılaşmadım.Tam tersi, ölene kadar yarına umut bağlayan bir sürü insan gördüm,ama senin de söylediğin gibi
    ''sonrasında boşluk da olsa şu anda içimizdeki boşluktan daha büyük olamaz.''

    YanıtlaSil
  2. aynı zamanda chris cornell'ın da dediği gibi: "to save or to lose your soul is a choise of how you fill the hole"

    YanıtlaSil