Cumartesi, Aralık 12, 2009

I'm a Lizard King, I Can Do Anything




"Kertenkeleler dünyadan tamamen yok olsalar da sistemde hiçbir değişiklik olmaz, bu yüzden kertenkeleler dünyanın tek tam bağımsız canlılarıdır ve ben de onların kralı Jim Morrison'um.
1943’ te Melbourne Florida’ ya kuyruklu bir yıldızdan koparak düştüm. Yaşamla ölüm arasında gezindim hep ama yaşamı ilk algıladığım an ölümü ilk keşfettiğim andı.
***
Ben tek bir bedene hapsedilmiş sonsuz bir köleyim ve satırlarda özgürleşiyor ruhum. Düşünceler arasında gezinen küçük bir prens, kanatları olan ölü bir tırtılım.
Ben deri ceketli Rimbaud’ um. Başkaldırı, düzensizlik ve kaosa ilişkin her şey ilgimi çekiyor, özellikle de görünüşte hiçbir anlamı olmayan eylemler. Özgür hareket, davranış… Olduğundan başka hiçbir şey olmayan eylemler. Sonuç yok, sebep yok. Yönlendirilmemiş, özgür eylem. Eğer bu akışa kapılıp özgürce yaşarsanız çevrenizdeki insanlar farklı bir hareket yaptığınızı düşünürler ve huzursuz olurlar ya sizden kaçarlar ya da size engel olurlar.
***
Aileler, toplum, devlet ve tüm diğer kurumlar bütün bencilliklerini ortaya koyarak aynı kalıpta insanlar yetiştirmeye çalışıyorlar. Herkes kendi dünyasını hayatından aldığı tecrübelerle kurmalı. İnsanlar başkaldırmalı, hiçbir siyasi ve toplumsal baskıya boyun eğmemeli.
Hayatın tozpembe olmadığını biliyorum ve kötü şeyleri görmezden gelip mutlu bir insan rolü yapmanın aptallık olduğunu düşünüyorum. Nihilizme sığınıyorum, bilinci, karanlık bilinçaltını ve keşfedilmemiş arzuların dış görünüşlerini benimsiyorum.
Aldous Huxley’ den beyin ve sinir sisteminin, dışarıdan gelen bilgileri eleyerek kişiye kısıtlı algılama hakkı tanıdığını ancak alkol ve LSD’ nin bunların çok ötesinde algılama olanakları yarattığını öğrendim. William Blake’ de beş duyunun mükemmel derecede gelişip, açılana dek, bedenin ruhun hapishanesi olduğunu söylüyordu.
Duyular ruhun pencereleridir…
Artık algılamayı değiştiren bu yolların birçoğu yalnızca doktor kontrolünde elde edilebiliyor ya da yasadışı yollarla. Batı kültürü alkol ve tütüne izin veriyor sadece. Duvarın öte yanına açılan tüm kimyasal kapılar uyuşturucu, bu kapıları izinsiz açmaya çalışanlar ise keş olarak damgalanıyor. Ama kurallar ve yasaklar ruhun sonsuz keşfi yolculuğunun önüne çıkan cılız engellerden öteye geçemeyecekler. Eğer gerçekten nelerin uyuştuğunu görmek istiyorsan dikkatlice ve açık bir algıyla çevrene bak, bir süre sonra her şeyin potansiyel uyuşturucu olduğunu göreceksin ve tek yapman gerekenin her zaman algılarını özgür bırakmak olduğunu anlayacaksın.
***
Tanrılar hayallerle uyuşturur bizleri. Bizlere kitaplar, konserler, şiirler, şarkılar, şovlar, sinemalar verirler. Sanat yoluyla kafamızı karıştırır ve kendi köleliğimizin içinde kör ederler bizleri. Sanat, hücre duvarlarımızı süsler, sessiz ve bir örnek tutar bizi. Karanlığa zahiri bir ışık tutar, hayali aydınlanmalar yaşatır.
Sanat aydınlatmaz ya da özgürleştirmez, yoğunlaştırır…
***
Hayata değişik bir açıdan bakabildiğime inanıyorum ama içinde yaşamayı becerebildim mi, bilmiyorum… Aslına bakarsanız pekte umurumda değil.
Hep bir şair olarak anılmak istiyorum ve şiirle baş başa kalabilmek için yaratılan bu sahte imajlardan kurtulmam gerekiyor. Belki ölü taklidi yaparak Hawaii’ ye kaçarım, belki metabolizmam ruhumun arınma sürecine ayak uyduramaz ve iflas eder, belki ölüme kendim giderim, belki de bambaşka bir şey… Ne fark eder ki…
***
Her şeyin ötesinde, artık sona doğru yaklaştığımı hissediyorum. Kusursuz ve arzu dolu sona… Algıların kapılarını teker teker açarken geçtiğim her eşikte biraz daha sendeliyorum, artık kendimi tutmak gibi bir zorunluluğum yok. Alevlerin akışını hissediyorum. Titreşimler bedenimi sarıyor, kendimi daha da özgür bırakıyorum ve tüm eşikler sonsuz bir hayal gibi ardımda sıralanıyorlar. Kıpırdamadan boşluğun içinde kayıyorum, gittikçe hızlanıyor ve yumuşaklaşıyor. Sürtünme bedenimi kavrıyor. Parmaklarım kıvılcımlar saçıyor, yavaş ve zarifçe enerjiye dönüşüyorum. Sonunda ruhumu ve bedenimi tam olarak birbirine karıştırabiliyorum.
Bir kuyruklu yıldız olmak istiyorum, herkesin durup baktığı, birbirine gösterdiği bir kuyruklu yıldız, sonra… Ansızın bir patlama ve ben yokum. Bir daha hiçbir zaman böyle bir şey görmeyecekler ve beni hiç unutmayacaklar…
"

Jim Morrison. K Dergi 27. Sayı (6 Nisan 2007)


Paylaşmamanın günah olduğu yazılardan sadece biri. Gece gece aklımı başımdan alan Kertenkele. Unutulmayacaksın Jim baba.

Pazar, Kasım 29, 2009

Ne Oldum Dememeli






















Krist Noveselic
































Kim Thayil ?






































Jerry Cantrell

























Chris -Korvette- Cornell


İçlerinden bi tek Korvette'in yatacak yeri yok. Delikanlılık çağında mezar soymaya benzemiyor Cornell. Adam ol adam.

Pazartesi, Ağustos 31, 2009

Müzik ve Siyaset - I

Bir siyaset bilimi öğrencisi olarak buna kafa yormam gerek diye düşündüm. Okuldaki ingilizce dersinde de music & anti-americanism konulu bir essay yazma teklifim kısa olacağı düşünülerek reddedilince burada yazmaya karar verdim. Bu konuyu aklıma getiren de Dave Mustaine kişisinin siyaseti müziğe bulaştırmanın yanlış olacağını düşünmesidir. Dave, napıyorsun aslanım sen?


İlk olarak siyaset - müzik ilişkisinde aklıma gelen grup Pearl Jam. Kendileri zaten aktif olarak derneklere ve yardım kuruluşlarına üyeler. Şarkı sözlerinde de bunu görmek mümkün. Örneğin bir "Do the Evolution" :
"i can kill cause in god i trust (öldürebilirim çünkü Tanrı'ya güvenirim)..." Amerika'da tüm paraların arka yüzünde "In God We Trust" yazar; yani "Tanrı'ya güveniriz". Burada da Amerika'nın savaş politikası eleştiriliyor.

"those ignorant indians got nothing on me. nothing. why? because, it's evolution baby. (bu cahil kızılderililer hak sahibi değiller. neden? çünkü evrim bu)..." yine Amerika'nın kıtaya adım attığı andan itibaren yaptığı kızılderili katliamı ve asimilasyonun anlatan cümleler... (not: Eddie Vedder da kızılderili kanı taşır)

Veya bir "Gone"da
"when the gas in my tank feels like money in the bank. (depomdaki benzin, bankadaki param gibi olunca)..." bu satırlar da Amerika'nın ortadoğudaki petrol hesaplarını ve paraya olan açlığını anlatıyor.

Kısaca, Pearl Jam her konuda geçmişten günümüze Amerikan politikalarını eleştiren, çevre ve dünya sorunlarına (Afrika) duyarlı, lafını esirgemeyen cesur bir grup olarak göze çarpıyor.

***


Politika diyince aklıma gelen ikinci grup belki de ilk gelmesi gereken Rage Against The Machine. şarkılarının neredeyse tamamı politik olan RATM sert tavrını her albümde, her konserde, her şovda dile getiriyor. Komünist bir duruş sergileyen RATM bunu amblemlerine de yansıtmış. Soldaki simge 2. Dünya Savaşı ve souğuk savaş sırasında "emperyalizme ve kapitalizme karşı diren" mesajını veren bir simge. Ayrıca grup konserlerde ve albümlerinde arka plan olarak kızıl yıldız, orak-çekiç, che figürleri de kullanmakta -ki görüşlerini apaçık ortaya koymaktan çekinmiyorlar.
"Bulls On Parade"den:

"weapons not food not clothes not shoes not need just feed tha war cannibal animal (silahlar; yiyecek yok, giyecek yok, ayakkabıya ihtiyaç yok sadece savaşı besle seni yamyam hayvan)..." açıkça Amerika'yı ve silah ticaretini anlatan, silah ticaretinin yoksul ülkere yardım yerine savaş götürdüğünün altını çizen etkileyici satırlar.

Cumartesi, Ağustos 22, 2009

tavanarasında grunge

7 gündür yıkamadığı saçları tel tel olmuş gözünün önünde sallanıyordu. araba durur durmaz atladı ve ayağını burktu. koca bi siktir çekip amfiyi sırtladı. arkadaşı krist de -onun deyimiyle cris (çok farkedermiş gibi)- gitarların birini sağ birini sol omuzuna takıp ardından seyirtti. seattle'da bulutlar kapkara olmuş işemeye hazırlanıyordu. krist'in büyükannesi uykuya dalmış olmalıydı. onu uyandırmadan sessizce yukarı çıktılar. gereksiz eşyaların konduğu depo gibi bir odaya girdiler. pencereleri pisti ve iğrenç kokuyordu. amfiyi yere koydu. sapına sıkıştırdığı jackleri çıkarıp birini amfiye taktı. halihazırda odada duran diğer amfiye de diğer jacki taktı. amfiyi elektrikle buluşturup "on" konumuna getirince kulak tırmalayan bir ses çıktı. gitarın tellerine öylesine abanmaya ve penayı teller üzerinde ileri geri hareket ettirmeye başladı. whole lotta love geldi aklına. kristin büyükannesini uyandırmış olmalıydılar. aşağıdan hokkalı küfürler geliyordu. her zamanki şeyler. ağzının bir kenarını kulaklarına kadar kaydırıp güldü. krist kenarda kendi halinde takılıyor, gitarı akort ediyordu. "nerde kaldı bu aaron bastard (asıl soyismi burckhard. bastard = piç)" dedi ve bi kahkaha patlattı. o sırada zilleri birbirine çarpa çarpa merdivenlerden birinin çıktığını duydular. "büyükannene ne oldu lan böyle, canımı zor kurtardım" diyere içeri girdi aaron. bateriyi monte etmeye çalışırken o da whole lotta love söylüyordu. krist en son kayıt cihazını çalıştırdı. hazırdılar. kurt sözleri unutmuştu. tam "aaa" diye düşünmeye başladığı sırada şarkıya girdi aaron. hatırladı birden. reflüsü çok fenaydı ve öksürmeye başlamıştı. bu yüzden yarım kutu öksürük şurubunu arabadayken midesine indirmişti. "fiyakalı dağlar kadar yumuşakça..." diye şarkıya girdi. ne dediğine dair en ufak bi fikri yoktu. "sensiz yaşıyorum güzelim çünkü kalbimi kırmaktan başka yaptığın bi şey yok" derken bağırmıştı ve öksürük tuttu birden. nakarata girdi. kafasında tasarladığı ve apaçık bi şekilde penisinden bahseden satırları okumaya başladı. krist "demek öksürük şurubu otla birleşince böyle oluyor" diye geçirdi içinden ayakuçlarında zıplayıp bassını çalarken. şarkıyı çaldılar ve bitirirlerken kurt'un aklından şunlar geçiyordu: "akustik fena sayılmaz ha?!" şarkı bitti ve krist stop tuşuna basmaya giderken kurt kendi kendine şarkının kritiğini yapıyordu: "neden bu kadar klişe oldu ki bu şimdi?"...

Çarşamba, Nisan 15, 2009

Gözyaşlarına Rağmen

Jeff Buckley zât-ı muhteremini dinlerim her gün. Dinlemesem kıyamet kopacağına inanırım. Bu durumda dinlememem daha cazip gelse de umuttur yaşatan insanı dostlarım. Öyle şarkıları var ki Buckley'in, geç keşfediyorsunuz; keşfedince de size aitmiş gibi sabah akşam dinliyorsunuz, bırakamıyorsunuz. Ama beni bağlayan olay ne geç keşfedilmişlik ne de loop arsızlığı. Bu şarkı şok etmiş durumda beni. Reggie ezgileriyle tekno müziğini birleştirin, aynı ritme bağlayın bu tonları, sonsuza kadar sürecekmiş gibi. Normalde pek hazetmem neşeli zamanlarım dışında ama Jeff baba şarkıya öyle giriyor ki, sözleri öyle suratınıza çarpıyor ki, güzünüzden bir damla yaş süzülüyor şarkı bittiğinde dostlarım. Evet, suratınıza çarpan sözlerin acısından:

"and in his mind, he knew
he'd love her always

despite, despite the tears

don't cry, don't cry, don't cry
lover we tried, we tried, we tried..."

Pazartesi, Nisan 06, 2009

Buckley's Jeff


Buckley'lerin Jeff geçti fani dünya üzerinden. Düşündükçe 'neden' diye sorasım gelir bazen...

...

Jeff Buckley'in babası sevgili Tim Buckley. Melankolinin damarına kan pompalayan bir zat-ı muhterem. E oğlu farklı mı olacaktı? Belki -affet bizi Tim- babasından bile yetenekli bir insan Jeff Buckley. Gönüllere Grace albümüyle girmeyi başardı Jeff. Leonard amcadan aparttığı 'Hallelujah'taki o kadife sesi, 'Lilac Wine'da ağlamaklı olur. 'Grace'teki yakarışları 'Eternal Life'ta vücut bulur. Jeff Buckley dinlemek mazoşistliktir.

...

Hafiften esintili bir Mayıs gecesi, 1997. Memphis nehri kıyısında, biraz çakırkeyf olan Jeff ve arkadaşı oturmakta, biralarını yudumlamaktalar... Jeff sakince ayağa kalkar. Arkadaşı anlam veremez. Jeff üstünü çıkarmadan, postalları bile ayağındayken atlar nehre. Olanca masumluğuyla mırıldanır Kurşun Zeplinlerden bir şarkı: "...ister misin kucak dolusu aşkı?". Ses uzaklaşır, azalır ve kaybolur. 5 gün boyunca aranır,taranır bulunamaz Jeff, nehir vermek istemez onu; kendine saklar. Kurşun Zeplin gibi denizin dibine gitmemiştir Jeff, gezinti yapmıştır nehirde sadece. 4 Haziran günü "ben geldim" dercesine belirir kıyıda. "Bedenim ölmüş olabilir ama ruhum hep yanınızda..."

Cumartesi, Şubat 14, 2009

Sometimes I Feel Like Screaming



























20 Temmuz 2009 günü, o sıcak yaz akşamında, Mor'un en Deriniyle tekrar tanışacağız. Deep purple BKM tarafından Kuruçeşme Arena'ya getiriliyor. Yaşlar ilerlese de bangır bangır geliyorlar. Ritchie abimize selamlar olsun fakat Steve Morse da (oturan mavi gitarlı şahıs) onu aratmıyor.


Deep Purple Ana Sahifesi

Deep Purple abiler '68 yılında:

Çarşamba, Şubat 11, 2009

Too Much, Magic Bus !



















Geçtiğimiz yıl Sean Penn yönetmenliğinde Into The Wild'ı izledik. konusu kısaca; parasını yakan, hesabını Afrika'ya yardım kuruluşuna aktaran, kredi kartlarını kesen ve Amerika (biraz da Meksika) turuna çıkan Alexander Süperberduş'u anlatıyor. Filmde Alexander, Alaska'da bulduğu terkedilmiş otobüse 'Magic Bus' ismini veriyor. Magic Bus ise The Who'nun ünlü şarkısı. Filmin müziklerini de Pearl Jam solisti Eddie Vedder üstlenmiş. Başkaldırış dolu bir film ve güzel müzikler. Tavsiye olunur.

Died















Uçabilirdim meleklerin ikamet ettiği yere
Ama sen yükseldin ve beni yalnız bıraktın bu kayanın üstünde
Kalbim yoruldu artık yavaş atmaktan
Tekliyor öldüğünden beri... sen
(AIC-Died / 1998)

Demri Lara Parrott, 29 Ekim 1996'da uyuşturucudan öldü. Yukardaki şarkı Layne'in onun için yazdığı ve Alice In Chains'in kaydettiği son şarkı. Şarkı yazıldıktan 4.5 sene sonra Layne staley de meleklerin ikamet ettiği yere gitti.
Yukardaki fotoğraf çiftin ender fotoğraflarından. Fotoğraf sizi yanıltmasın, evli değiller. Nişanlandılar ama evlenemediler.

Grunge Kardeşliği


Grunge'ın iki meleği, iki kadim dost.
Shannon Hoon 1995'te grup otobüsünde ölü bulundu. Layne Staley ise 2002'de evinde.
Zaman aşımı olmadan doz aşımı. Hayat adil değil.

Pazartesi, Şubat 09, 2009

Alice Zincirler Diyarında

Neresinden tutsam nasıl başlasam bilemiyorum. Alice In Chains orijin olarak Alice'N Chains adlı bir glam metal grubuydu. daha sonra Layne Staley(soldan iki)'in dediğine göre makyaj paraları yetmediği için bu projeyi askıya aldılar. 'F***uck' gibi uçuk grup isim önerilerinden sonra Alice In Chains'te karar kılındı. O sıralar akrabaları tarafından evden kovulan Jarry Cantrell ve uyuşturucu problemleri yaşayan Layne Staley aynı stüdyo odasını paylaşıp orada günlerini geçiriyorlardı. Jerry, Staley'e çalmakta olduğu gruba katılıp katılamayacağını sordu. Sean Kinney (en sağ) ve Mike Starr ile çalışmaktaydı o sıralar Jerry. Staley kabul etti ve çalmaya başladılar. Burada anlatım bozukluğu yapmak pahasına Nirvana bateristi Dave Grohl'un sözünü ekleyeceğim: ''Grunge is not flannel. Grunge is not long hair. Grunge is not Alice In Chains and whatever. I think grunge is a bunch of friends drinking a lot of Henry's and trying to play music when you really can't.'' Alice In Chains de bu söze kontrargüman olmadan önce takılmaktaydı aynı şekilde. Ama tek farkları; çalabiliyorlardı! Layne'in insanın uzak diyarlara götüren ve her türe uyan sesi farkedilir farkedilmez albüm fikri düştü akıllara. 90 yazında cayır cayır Facelift çıktı. Dinledikçe beyin estetiği yaptığınız albümde suratınızı parçalayan şarkı Love, Hate, Love idi. Arpejle başlayıp arpejle kapanan şarkı dimahlardan uzun süre silinmeyecek derecede sarsıcıydı. Daha sonra tamamen iç karartıcı bir albüm olan Dirt geldi. Genelde uyuşturucu problemleri, yalnızlık, kendini arama gibi karanlık ve ucu açık konulara giren sözler etkileyici müzikle buluşunca ortaya kült bir albüm çıktı. Albümde bir de Black Sabbath'a gönderme yapan Iron Gland isimli gizli şarkı (hidden track) vardı. Şarkı, Kubrick'in Shining filmine gönderme yapan 'Redrum! Redrum!' sözleriyle bitiyordu. 95 yılında 3üncü albüm Alice In Chains çıktı. albüm 'Self-Titled' veya üzerindeki 3 bacaklı köpek yüzünden 'Tripod' olarak da bilinir. Heaven Beside You, Grind ve Again gibi şaheserler barındırır albüm. Her ne kadar Layne Staley ''Çok kısa sürede yazdım sözleri, aklıma ne geliyorsa...'' dese de sağlam lirixler ve sağlam müzikler barındırıyordu albüm. Grubun bir de SAP adında 5 şarkılık bir EP'si var. Albümdeki Right Turn adlı şarkı çoklu vokalleriyle dikkat çekiyor. Şarkıdaki vokalisler Alice In Chains, Soundgarden ve Mudhoney grubundan. Es geçemeyeceğimiz, geçmememiz gereken, belki de AIC'in en önemli işlerinden biri de Jar Of Flies. Bu albümde biraz daha deneysel bir Alice In Chains görüyoruz. her tür müzikten esintiler taşıyan harika bir albümdür kendileri. 'Nutshell', 'No Excuses', 'I Stay Away' gibi şaheserler barındırır. Önemli AIC canlı kayıtlarından birisi ise şüphesiz ki 'Unplugged' albümü. 96 yılındaki bu kayıtta uyuşturucu problemleri yüzünden harap halde olan bir Layne Staley ile karşılaşıyoruz. Fakat hüznünden de olsa gerek, bu albümdeki vokalleri iç parçalayıcıdır.

Grup içi problemler, Layne Staley, şarkılar, albümler daha derinlenmesine incelenmesi gereken konular. Amacım genel bir Alice In Chains portresi çizmekti. Zincirler Diyarı'ndaki Alice'ten şimdilik bu kadar.

Pazar, Şubat 08, 2009

Chris Corvette

















Bildiğiniz üzere son yılların süper grubu Audioslave 2007 senesinde dağıldı
. Grubun dağılmasının nedeni Chris Corvette beyin solo takılma arzusu ve/veya Rage Against The Machine'in yeniden birleşme ihtimaliydi. Amma ve lakin işin aslı öyle değilmiş! What lies beneath! diyenler için cevap: Cornell'ın 'abi sözleri ben yazıyorum, neden eşit pay alıyorum diğer elemanlarla' sızlanmalarıymış asıl sebep. Kaçınılmaz yorum şu: Chris baba post-RATM komün hayatını taşıyamadı daha fazla...