Pazartesi, Haziran 28, 2010

lost

paralel bi evrende koşuyorum
at biniyorum 40 günlükken ve ok atıyorum
sürek avına çıkıp sürekli avlanıyorum
kımız içiyorum, kalkanda pişiriyorum avlarımın etini
sigara içmiyorum paralel evrende, oksijen dolduruyor ciğerlerimi
ve oksijenle kafa oluyorum
saçım belime kadar ve belimden aşağısında doru bir at
saçımla birleşiyor atın yelesi ve jack sully oluyorum
müzik dinlemiyorum çünkü ihtiyacım yok
yaşanmamışlıklarım yok ve pişmanlık da yok

işe gidiyorum paralel evrende, medeniyetin boyunbağını takıyorum
elimde bond çantayla yancı uşakları oynuyorum
perde yok paralel evrende, hayatlar tek atımlık trajedi
ve ben hamlet'teki kurukafayı oynuyorum
gözlerim reddedene kadar pornografiye maruz kalıyorum
otomatik portakal oluyorum

başka bir evrende aç kalıyorum
25 yaş çok fazla yaşamak için
yılan zehrinden ok yapıyorum ve sürek avına çıkıyorum
sürekli yenik düşüyorum doğaya ve kaybediyorum
tüm vücudumda dövmeler ve pençe izleri
yakılıp dereye kum oluyorum

gözlerimi açamadan ölüyorum başka bir yerde
şansıma gülüyorum ve nirvanaya eriyorum
nirvana dinleyince elimde bira olmuyor böylece
dünyayı baştan satan adamı oynuyorum
ki oyunculukta iyiyimdir

başka bir evrende kamburum çıkmış halde
bilgisayara bir şeyler yazıyorum
ne yazdığımı bilmiyorum ve saçmalıyorum
tek bildiğim zincirler diyarında olduğum

Pazar, Haziran 20, 2010

eleanor rigby

selam
ben uslu olduğu halde şirinleri göremeyen çocuğum.
kola içince harikalar diyarına da gitmedim.
bir dolabın arkasındaki gizli geçite de giremedim.
selam cesur yeni dünya, ben gökyüzüne değemedim
toplayamadım çavdar tarlasından çocukları
düşmeden uçuruma;
can sıkıntısından bi arabı da öldürmedim
sevmedim revaşta olanları,
sevinenle sevinemedim.
loto tutturamadım hiç ve keza piyango da
amortileri almaya tenezzül etmedim.
martılara simit atmadım hiç, çayları yok diye;
yemedikleri halde kedilere ekmek verdim.

Cuma, Haziran 18, 2010

asylum years

şu sıcak, yapış yapış tatil günlerinde tek istediğim ankaradaki kasveti, sınavları, karmaşayı unutup mutlu mesûd bi tatil dönemi yaşamaktı. genelde yaz tatilleri öncesi "lan naapsam acaba 3 ay köskös evde oturmayalım" diyip telaşa kapılırdım. ama bu sene o da yok. yaz tatilinde plan yapmak kadar saçma ve hayal kırıcı birşey olmadığını anladım çünkü artık. günlük mutluluklar, ufak beklentiler ve "take it easy meeean" günüdür yaz ayları.
buraya yazacak milyon tane iç karartıcı mesele ve yaşamamayı isteyecek kadar olumsuzluklar olsa da hayatımda bunu buraya yazıp canını sıkmayacağım kimseyi. burası blog, bi ağlama duvarı değil. ben de isterim güzel şeyler yazmayı ama bakıyorum da bi elin parmaklarını geçmez mutlu yazılarım. bunun nedeni ne peki?
bence bunun nedeni insanın üretme gücünün keyfi yerindeyken gelmemesi. yani düşünsenize; keyfim yerinde, mutluyum. e o zaman neden iç dünyamı farklı şekillerde dışarı döküp bi şeyler üreteyim ki? bunu felsefe hocam sayın sandy -the king- berkovski ile de tartışmıştık. bana aşk şarkılarının varlığından bahsetmişti. aşktan mutlu bi şekilde bahseden bi şarkı var mı sayın berkovski? evet aynen bu cevabı vermiştim. en mutlu aşk şarkısının içinde bile gizli bi ironi, saklı bi kaçıp gitme isteği yatar. inanmıyorsanız inceleyin. tezime aykırı bi şarkı varsa getirin beraber tartışalım.
sadece şarkılar da değil tabi. keza resimler de. nazım boşuna sormadı abidin'e mutluluğun resminin mümkünatını. ve bence bunun mümkün olmayacağını nazım da biliyor. sanat dallarında durum böyle. bi acı olamdan, bi iç sıkıntısı olmadan, dolmadan boşaltmaz insan içini, üretemez.
tabi şimdi üretim diyince teknolojik gelişmeler, sanayi devrimleri hedehödö de geliyor akla. fakat dikkatli incelerseniz iklimsel, coğrafi, beşeri baskılar görmemiş insanların, medeniyetlerin üretmeye ve gelişmeye ihtiyacı olmadığını görürsünüz. avrupa kıtasını iklimsel, coğrafik ve politik olarak incelerseniz sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız. afrika'yı da inceleyebilirsiniz. keza ikisi de güzel örneklerdir.
neyse, demem o ki, buraya ne kadar az yazarsam o kadar mutluyumdur. bunu anlayın dostlarım. bu satırları yazmamın nedeni de can sıkıntısı. bi şeyler yazma ihtiyacı içinde olmam bile aslında o kadar da mutlu olmadığımı gösterebilir ama ... neyse ....