Perşembe, Şubat 25, 2010

yağmurun sabahında

ya içindesindir çevrimin; ya da dışında
şubatın sonunda, martın başında
baharın yorgunluğunda, günlerin durgunluğunda
iki seçenek var karşında:
ya boş ver herşeyi ya da ölene kadar umursa
kafiyeleri bir kenara bırakmak gerekirse;
çok fazla düşünme en sonu
carpe diem de soranlara
ruhun memento moriyken
kumpir ye ara sıra da canın pizza isterken
ya da boşver hepsini ben sana bir hikaye anlatayım
ama anlatırken uydurayım.
cehenneme kadar gider absürdlük,
yol ayrımında ayrılalım.
sen fotoğraflar çeken bir tango üstadı olursun belki
ikisini aynı anda yapan
ve aynı zamanda kar üstünde kayan
ben her zamanki gibi izleyen bir adam
soranlara da öyle diyorum zaten:
izliyorum şu an
fikrim yok, bilgim yok: evim ve yurdum da,
yurtta kalmama rağmen.
çok düşünmemek lazım dedi saygıdeğer içses
derste sıkılırken ve tenefüste uyurken
yemek yerken sustu ama, yemek yaparken de
o yüzden yemek yapmayı da sevdim yemeyi de
resimleri sevdim bi de
başlayıp da bitiremediğim portrelerdeki korkunç yüzleri
ve dağların arasındaki minik kulübeyi sevdim
ama bilir misin ki anzerim;
ben küçüklükten beri hiç manzara çizmedim.
nereye gidersem gideyim kendimi de götüreceğim farkındalığından beri
bir yere de gitmedim
onun yerine oturup coen biraderleri izledim
bir de tarantinoyu çok sevdim.
bu bilgiler fuzulî ama çıkmaz karşına,
beni tanıma isteğin bâki kalsa da.
her yağmur yağışında long gone day çaldım
bir de yapabildiysem üstüne sigara yaktım.
atalarımın dediği gibi yaptım
çok da düşünmedim derin, günlerimi yaşadım
zamanın rüzgarı eserken serin.
yaşlandım...

3 yorum: